Bize faydası nelerdir ve biz onu eda ederek neleri öğreniriz, nelerden kaçınırız?!
Şema kaynağı:
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=269822769750471&set=a.165733336826082.42579.147445475321535&type=1&theater
BİR İTİRAF!
Aşağıda bilginize sunacağım kısa başlıklar halinde verdiğim mesajlara geçmeden, bir konuda itirafta bulunmak istiyorum, izninizle!.
70’li ve 80’li yıllarda Kur’an Meali Tebliğ Hareketi içerisinde bulunduğum dönemlerde; bir süre KUR’AN DIŞINDA herşeyi reddettik. Yani ATALAR DİNİ diye tanımladığımız, GELENEKSEL DİN ANLAYIŞI’nı toptan reddettik.
Bunu da sırf Allah rızası için yaptık. Ne demek Allah rızası: DİNİ, YALNIZ KUR’AN’DAN ÖĞRENMEK MAKSADIYLA!..
Yani baştan sona defalarca Kur’an’ı okuyup, anlayıp, yaşamaya gücümüz nispetince gayret edip ve mümkün mertebe de Kur’an Meali’ni bir vesile ile karşılaştığımız herkese tebliğ edecektik bu okuyuşumuz sonucunda ve yaptıkta. Hem de çok uzun yıllar fert ve topluluk olarak; Merkezi Ankara’da olmak üzere bu hareketi tüm Türkiye ve neredeyse birçok ta Dünya Ülkeleri’ne yaydık.
Tabi kesinlikle İYİ NİYETLE başlatılmış bir çalışmaydı. Zaten tüm çalışmalar iyi niyetle başlatılıyordu ya…
Ama zamanla; içinde bulunduğumuz toplumun din anlayışını KUR’AN AYETLERİ’ne dayanarak tanımaz olduk, reddettik yani.
Namaz Kur’an’da yok dedik; Kur’an’da geçen terim Salât dedik ve Salât’ın açılımını yine ayetlerle yaptık: Yerine göre tebliğ, davet, ibadet, dua, birşeye arka çıkmak, destek olmak, dini ayakta tutmak, Kur’an’ı tebliğ ile dimdik ayakta tutmak vs. Ama tüm bu anlayışımıza çok sadık kaldık: Defalarca içeri alınıp işkencelere rağmen her bulunduğumuz ortamda tebliğ çalışmamızı sürdürdük. Adamlar işkence ediyorlarken biz onlara Allah’ın ayetlerini okuduk. Onlar bize işkence ediyorken biz onlara Cehennem Zebanileri ile ilgili ayetleri okuduk. Yani her zaman ve her konuma uygun ayetler ile mesajlar verdik.
İşte Namaz meselesi de bunlardan biriydi; Sünnet’i, Hadisleri, Mezhepleri, ayrı ayrı Cemaatçilik anlayışını, Tasavvuf ve Tarikatleri, Partileri ve Particiliği, Devlet’i ve Devlet’in tüm kurum ve kuruluşlarını; yani ne varsa toptan reddettik ve YALNIZ KUR’AN BİZE YETER DEDİK…
Tabi bunu demekle yetinenlerden asla olmadık.
Kalbimizi, ruhumuzu Kur’an’a (Allah’a) açtık ve (duamızda) dedik ki: RABBİMİZ! BİZ GÖNLÜMÜZÜ SANA AÇTIK, SANA YENİDEN İMAN ETTİK VE SEN BİZİ KUR’AN’INLA EN DOĞRU OLANA İLET!..
Ve her akşam iş çıkışı; 5-6 arkadaş ile bu işe koyulduk, her akşam bir evde buluşuyorduk. Gece yarılarına kadar, yani akşam 19.00-20.00 gibi KUR’AN OKUMAYA (Müzzemmil Sûresi doğrultusunda) BAŞLIYORDUK gece 2’lere, 3’lere kadar devam ediyor ve sabah yine kalkıp işimize gidiyorduk.
Birkaç yıl sonra artık şu kararı aldık: Müzzemmil’den Müddessir Sûresi’ne geçme zamanı geldi, yani: KALK VE UYAR, görevimizi de yerine getirmemiz lâzım dedik ve başladık.
Gündüz işimiz ile ilgili karşımıza çıkan, otobüslerde, dolmuşlardı karşılaştığımız veya bir vesile ile yanımıza oturan veya ayakta karşımızda olan kişiyle yine BİR VESİLE İLE İLETİŞİME GİRİP; KUR’AN MEALİ’nden birkaç ayet okuyup insanları KUR’AN’I ANLADIKLARI DİLDE OKUMAYA YÖNLENDİRİYORDUK.
Örneğin; ASIR SÛRESİ ile başlayıp (eğer çok zamanımız yoksa kesinlikle Asır Sûresi’ni okurduk) yine kısa birkaç ayet ile, en çok ta Zümer Sûresi 54 ve 55. ayetleri okurduk:
Allah’ın adıyla
«54. Rabbinize yönelip dönün
ve
O’na teslim olun!
Size azap gelmeden önce!
Sonra size yardım edilmez!
55. Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun!
Size azap ansızın
ve
hiç farkına varamayacağınız bir sırada gelmeden önce!» [ZÜMER SÛRESİ’nden]
Bu iki ayet ile mesajımızı sonlandırırdık. Tabi gece derslerimiz de biryandan sürmekteydi. Yani KUR’AN OKUYUŞLARIMIZ. 1982’de başladık gece okumalarımıza, yaklaşık 3 yıl sürdü ve sonra 1989 yılına kadar da AKTİF olarak AÇIKTAN TEBLİĞ çalışmalarımızı sürdürdük.
Tabi bu arada rahatsız olan insanların şikayetleri üzerine yaklaşık 100’ün üzerinde tutuklanmalarımız gerçekleşti.
Bu arada Siyasi Şube’de İSLÂM (DİN) MASASI şefi de bize (ki o bir İmam-Hatipli ve İlahiyat Fakültesi mezunuydu; Mustafa Başkomiser, aynı zamanda Erbakan Hoca’nın da Koruma Müdürü’ydü) çok özel muamele uyguluyordu. Çünkü geleneksel din anlayışını reddettiğimiz için akla hayale gelmedik işkenceler uyguluyordu ve bizim arkamızda hangi devletin olduğunu öğrenmeye çalışıyordu: SİZİN ARKANIZDA MUTLAKA HUMEYNİ VAR, DEĞİL Mİ? diyordu. Biz de gülüyorduk; yahu biz adamlar Müslüman saymıyoruz sen bizi onlara katıyorsun diye…
Bizi Humeycilik Örgütüne katmaya çalıştı biz reddettik. Sonra, Hizbu’t-Tahrir Örgütü’ne katmaya çalıştı yine reddettik. Yani biz açıkçası kimseyi Müslüman olarak görmüyorduk. Allah ta bizi yanıltmadı, yani kimseyi Müslüman olarak görmediğimizi diyorum. Bir gün Hizbu’t-Tahrir’den, Ankara’daki liderleri Ebubekir isimli kişi de dahil olmak üzere 5-6 kişilik bir grubu da tutuklamışlar ve Emniyet’te bizim bulunduğumuz (7. Kat’taki) misafirhaneye koymaya çalıştılar. Bizi görünce; aslandan ürkmüş insanlar gibi: Ne olur, bizi onların yanına koymayın dediler. Mustafa Başkomiser sordu; neden, diye. Onlar da: Onlar kâfir, dediler. Biz gülümsedik tabi ve Mustafa Başkomiser’e: Gördün mü, bak, bize inanmıyordun?!..
Sonra; adam illâ bir örgüt adı koyacak ya, üstlerine hani; işte bir örgüt daha çökerttik misâlinden. Elemanlarına dedi ki: Yazın bu o…….. çocuklarına: MEALCİLİK ÖRGÜTÜ, diye dedi. Yani bizim adımıza bir örgüt kurmuş oldu ve dolayısıyla da bizim de bir örgütümüz oldu…
Ve gerisi malûm; resimlerimiz, parmak izlerimiz ve sonra gözlerimizin bağlanması ve güzel bir misafir ediliş… Her yakalanıp götürülüşümüzde sağolsunlar ellerinden geldiğinde iyi misafir ediyorlardı. Bizim de imanımız artıyordu, bunu hissediyorduk. Şükürler olsun.
Sonuç itibariyle diyeceğim o ki; ALLAH BİZİ AFFETSİN, bugün çoğu insanın halâ Namaz’ı reddedip Salât diye değerlendirmeleri vs. bunda bizim de payımız yok değil. Hep dua ediyorum; inşaallah bizim gibi GERÇEĞİ ARIYORLARDIR ve ALLAH BİRGÜN GERÇEĞİ GERÇEKTEN ARAYANLARA ELBETTE YOLLARINI AÇARAK GÖSTERECEKTİR; yeter ki kötü niyetli olmasınlar…
Yıllar süren bu çalışmalarımız neticesinde; yeniden Kur’an merkezli araştırmalarımı sürdürdüm. Bu arada KÜTÜB-İ SİTTE’yi taradım. Diğer başka kaynakları da inceledim. Yani özellikle Salât/Namaz, Sünnet vs. konularını…
Ve en son aklıma şöyle bir fikir geldi: Acaba dedim, Suudi Arabistan yarımadası Hz. Peygamberimiz Muhammed sav’den sonra TOPLU YOKOLUŞ yaşadı mı?! Yani TOPYEKÜN İMHA?!.. Hz. Nuh (as) kavmi gibi ve diğer kavimlerin başına gelen büyük felaketler gibi?!
Araştırdım, böyle bir şey sözkonusu olmamış.
Sonra, yine 80’li yıllarda bu araştırmamın neticesi olarak; Umre ya da Hacca giden arkadaşlarımdan rica ettim: MEKKE ve MEDİNE’de nasıl ibadet ediliyor, Namaz nasıl edâ ediliyor diye bir gözlem yapmalarını rica ettim ve gelişlerinde bana anlatmalarını istedim.
Dönüşlerinde anlattılar ve ben dedim ki: 14 KÜSUR ASIRDIR BU ŞEKLİYLE NAMAZ İBADETİ EĞER ORALARDA MUHAFAZA EDİLDİYSE, NESİLDEN NESİLE AKTARILARAK KILINDIYSA BU NAMAZ; o zaman biz de Namazı şeklen kılarak, edâ ederek yine devam edelim diye arkadaşlarımla paylaştım. Bir kısmı kabul etti, bir kısmı de reddetti ve onlar yine çalışmalarını o şekilde sürdürmeye başladılar ve biz yine o dönem İKİ GRUBA AYRILDIK: Namaz kılarak Kur’an’ı topluma anladığı dilde tebliğ edenler ve Namazı reddederek Salât diyenler olarak Kur’an’ı topluma anladığı dilde tebliğ edenler olarak!..
Arzu edenler, bu konu ile ilgili şu linki okuyabilirler:
https://www.sadikturkmen.com/80li-yillarda-bir-baskomiser-bizim-adimiza-bir-orgut-kurdu/
Kur’an’da Namaz ve Namaz Vakitleri
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
«78. NAMAZI gereği gibi kıl (huşû ile/ne dediğini bilerek!)
Güneş’in batıya meylettiği saatlerde (öğle ve ikindiyi),
havanın kararmasıyla birlikte (akşam ve yatsıyı)
ve
fecrin ilk ışıklarının toplaştığı saatlerde de (sabah namazını kıl!)
Şüphesiz ki, fecir ışıklarının toplaşması;
işte o (sabah namazı vaktidir ve insanlar tarafından),
çıplak gözle açıkça görülmektedir.» [İSRA SURESİ’nden; Bizim Meal’den alıntılanmıştır.]
«114. Namazı (Rek’at ve Vakitlerine dikkat ederek) gereği gibi kıl!
Gündüzün iki tarafında/bölümünde;
(Güneş’in batıya meylettiği saatlerde öğle ve ikindiyi),
gecenin de “zülfe” vakitlerinde;
(geceye sarkan saatlerde akşam ve yatsıyı,
gündüze sarkan saatte ise sabah namazını kıl!)
Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir.
İşte bu, ibretle düşünenler için bir öğüttür.» [HUD SURESİ’nden, Bizim Meal’den alıntılanmıştır.]
Allah ve Melekleri’nin Hz. Peygamber (sav)’e “Salât’ı” nasıl olur?!
Ve Rasûl; “Zor durumlarda hep Namaz kılardı?!”
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
«9. EY İMAN EDENLER! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani (düşman) ordular(ı) üzerinize gelmişti de,
Biz onların üzerine bir rüzgar
ve
göremediğiniz ordular göndermiştik.
Allah yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
10. Hani onlar size hem üst tarafınızdan,
hem alt tarafınızdan gelmişlerdi.
Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti.
Siz de Allah’a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.
11. İşte orada müminler açığa çıkarıldılar ve
şiddetli bir şekilde sarsıldılar.» [AHZAB SÛRESİ’nden]
“ve SÜNNET” adlı eserimizde Ahzab 9. ayetin Nüzûl Sebebi şöyle izah edilmiştir:
«N.S: Hendek savaşında Huzeyfe yarım elbiseli biçimde, gece karanlığında bir yere çömelmişti. Hz. Peygamber: “Ey Huzeyfe, kalk” dedi. “Kalktım”. Sonra: “Git bana düşmandan haber getir” dedi: «Ben ise müslümanların en korkanı ve üşüyeni idim. Rasûl dua etti: “Ey Allah’ım! Sen onu önünden, arkasından, sağından, solundan, yukarısından, aşağısından, her taraftan koru” diye dua etti.» Huzeyfe der ki: “Korku ve üşümem gitti. Ayrılacağım sırada Rasûl bana; “Ey Huzeyfe buraya dönünceye kadar sakın bir olay (vukuat) çıkarma” buyurdu. Sonra düşman karargâhına gittim. Bir adam: “Haydi hazır olun, birazdan ayrılacağız” diye sesleniyordu. Karargâhın içine girdim. Amir oğullarını gördüm. Birbirlerine: “Haydin yola çıkacağız, burada kalmamız mümkün değil” diye bağırıyorlardı. O sırada ne göre-yim, karargâhı kasıp kavuran fırtına bir arpa boyu ilerisine geçmiyor. Fırtına kum tanelerini müşriklere savuruyor. Onlar ise uzaklaşalım diyorlardı. Hz. Rasûl’ün yanıma vardım, o uzun örtüsüne bürünmüş namaz kılıyordu. Zor durumlarda hep namaz kılardı. Rasûl namazı bitirince ona düşmanın durumunu haber verdim. Sonra bu ayet nâzil oldu.» [Sahife: 253-254.]
Bir anlamda; Ahzab 56. ayetin mahiyeti, yukarıda verilen 9. ayet ile anlaşılmış oldu.
«56. Şüphesiz Allah
ve
melekleri;
peygambere salât etmekte/destek vermektemektedir.
Ey inananlar, siz de onu (ve ona verileni) destekleyin
(ve ölünceye kadar) gereken saygıyı
ve
itaati (destek vererek) yapın.» [AHZAB SÛRESİ’nden]
Hz. Şuayb’a sorarlar: Senin Namazın mı tüm bunları emrediyor?!
“Bir de Namaz kılıyorsun, şu yaptığına bak” der gibi birşeydir bu söylenilen.
|
Yani Hud Suresi, 87. ayette vurgulanmak istenilen; En doğrusunu ise yine Allah bilir!..
|
Aynı zamanda NAMAZ Toplumsal bir İbadet’tir, herkesin gözü önünde kılınabiliyor… En çok ta Namazımıza laf söylenir. Aşağıdaki ayette Şuayb as’a söylenilen o sözün de bu anlamda olabilme ihtimali yüksek… Aşağıdaki ayette geçen ifadeye dikkat edilirse; Şuayb (as)’ın toplumu kendisine karşı alaycı bir ifade kullanır: “Senin Namazın mı sana tüm bunları emrediyor?!” Oysa burada kasdettikleri Allah bilir ki; SENİN DİNİN midir!.. Yani Şuayb (as)’ı Namaz kılarken gördükleri için, bugünkü Müşriklerin bize yaptığı gibi SÖZ İLE İNCİTME vardır.
Onlara sunduğumuz delillere karşı koyabilecekleri birşeyleri yoktur; onun için nasıl hakaret edeceklerini bilemezler bugünün Müşrikleri de!..
Dolayısıyla Namaz’ın, Arapça karşılığı ve Kur’an’da geçen orijinal ismiyle SALÂT KAVRAMI’nı bugünlerde dillerine dolayanlar bu ayeti de kendi kafalarına göre: Bakın gördünüz mü, Allah; “Senin Salât’ın mı emrediyor” diyor. Namaz olsa, yani Namazın emretme gibi bir şeyi var mı, yok… Onun için bugünkü kılındığı şekliyle Namaz Kılmak yoktur derler. (Geçmişte, yani 70′li, 80′li yıllarda aynı iddianın sahiplerinden biri de bendim). Onun için onları çok iyi anlıyorum.
Yani bugün de kimse kimsenin inancına bakmıyor ona laf atacağı zaman. Söz ile inciteceği zaman. Sakalı varsa sakalına çatar veya başka ritüellere çatar. “Bir de Namaz kılıyorsun şu yaptığına bak” derler bazen de… O kişinin de bir insan olduğunu unutuverirler. O da hata yapma özelliğine sahip bir insanoğlu veya insankızıdır…
|
|
|
|
http://www.youtube.com/watch?v=ygA0dOQK8Vk
Bazıları bütün dinlerde Namaz/Salât vardır, der.
Bütün DİNLER diye bir şey mi var ki?!
Tek Din: İSLÂM’dır.
Tâ Hz. Adem’den, son Peygamber Hz. Muhammed sav’e kadar insanlık âlemi Allah tarafından İSLÂM DİNİ ile şereflendirilmiştir.
Yani Allah: BÜTÜN İNSANLIK İÇİN TEK DİN (onun adı da İslâm’dır) GÖNDERMİŞTİR.
Ve Namaz Hz. Adem’den bu yana varolan bir İbadet Şeklidir.
Kendilerine Yahudiyim diyen, Hristiyanım diyenler de aynı ibadeti yaparlar.
Bugün Müslümanım diyenlerden Namaz kılmayanlar olmadığı gibi, aynı şekilde Hristiyanım diyenlerden de, Yahudiyim diyenlerden de Namaz kılanlar olmayabilir. Ama Namaz kılanlar da vardır…
bu Video’da olduğu gibi…
İşin ilginç yanı ise; bugün Müslümanım diyen bazı gruplar: Yok Namaz yoktur, yok Salât vardır diyerek; Namaz olarak bilinen ibadet şeklini reddederek onun yerine orijinal kavram olan Salât kullanmayı tercih ederler, ancak; bilinen ibadet biçimini içine koymazlar. İşte yok dua, yok destek vs. anlamına geldiğini iddia ederler. Bunu iddia etmeye gerek yok ki; zaten Salât kavramı farklı ayetlerde bu anlama gelmektedir. Çevirilerde de o kısımlar zaten Dua ya da Destek olmak, arka çıkmak gibi anlamlarda kullanılır.
Namaz bütün ümmetlerde varolan bir ibadettir. Ancak bazı ümmetler bunu rayından çıkarmıştır. Günümüzde de bazı İslâmcı Gruplar, Salât’tır, Dua’dır; vardır yoktur deyip kendilerince Namazı bozmaya çalışıyorlar.
O Müminler Salâtlarını/Namazlarını Koruyanlardır
Allah’ın adıyla
«1. MÜMİNLER başarıya ulaşsınlar!
2. Onlar ki; namazlarında (huşû içerisindedirler ve
ayetleri anlamıyla düşünerek) yalnız O’na yönelirler.
3. Onlar ki, boş ve saçma şeylerden yüz çevirenlerdir.
4. Onlar ki, zekât vermek (madden ve manen huzur bulmak) için,
(bütün güçleriyle) çalışanlardır.
5. Ve onlar ki; ferçlerini/iffetlerini koruyanlardır.
6. Ancak eşleri
ya da (özel evlilik sözleşmesi yaptıkları) yabancı kadınlar hariç!
Çünkü onlar, bunlardan dolayı kınanmazlar.
7. Kim bunun ötesine gitmek isterse işte onlar haddi aşanlardır.
8. Ve onlar ki; emânetlerine ve sözleşmelerine uyanlardır.
9. Ve onlar ki; namazlarına özen göstererek,
(namazlarını gereği gibi kılıp üzerine titreyerek) muhafızlık ederler.
10. İşte, vâris olacak olanlar, böyleleridir!
11. Onlar Firdevs’e vâris olacak
ve
orada sonsuz kalacak olanlardır.» [MÜMİNÛN SÛRESİ’nden]
Sâlâtı/Namazı (Açıkeğitim ve Açıköğretimi) terkettiler.
O gün 5 Vakit Namaz aslında; bugünün: İlköğretim, Ortaöğrenim ve Üniversite Eğitim Sistemi’dir!..
Hz. Peygamber; Ashabını ve Ümmeti’ni 5 Namazda eğitiyordu…
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
«59. Onlardan sonra arkalarından öyle bir nesil geldi ki,
Sâlâtı/Namazı zayi ettiler (Açıkeğitim ve Açıköğretimi terkettiler)
ve
şehvetlerine uydular.
Azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.» [MERYEM SÛRESİ’nden]
SÂLÂT’ın yani NAMAZ’ın bir başka ve en önemli olan ASIL ANLAMI:
Yani GÜNDE 5 VAKİT KILINAN NAMAZ aslında SÜREKLİ AÇIKEĞİTİM ve AÇIKÖĞRETİM’dir!..
Bugün de şöyle düşünebiliriz; KUR’AN’I ANLADIĞIMIZ DİLDE SÜREKLİ OKUMAKTIR!..
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
«1. EY SEN; kendisine ağır bir sorumluluk yüklediğimiz!
2. Geceleyin kalk/gecenin büyük bir kısmında ayakta/uyanık dur;
3. gece yarısında
veya ondan biraz eksilt
4. ya da onun üzerine biraz ilâve et
ve
Kur’an’ı ağır ağır/üzerinde düşüne düşüne oku,
(tabiat ayetleriyle çelişkisiz biçimde) anlamaya çalışarak!..
5. GERÇEK ŞU Kİ; (Açıkeğitim ve Açıköğretime yönelik faaliyetler için),
Biz sana sorumluluk yükleyen ağır bir söz bırakacağız.
6. Şüphesiz gece (kalkışı, Kur’an’ı özümseme/anlama bakımından),
tesirce şiddetli (anlayışça daha uygundur)
ve
özümleme (kavrayış) bakımından daha etkilidir.
7. Çünkü,
senin için gündüz vaktinde uzunca bir meşguliyet vardır.
8. Rabbinin ismini an
ve
(şimdiye kadar din adına edindiğin bilgileri bir tarafa bırakarak)
tüm yeteneklerinle ona (Kur’an’a) odaklan.
9. (O), doğunun ve batının Rabbidir (Sahibidir).
O’ndan başka İlâh/Tanrı (ibadet edilecek) yoktur.
Öyleyse, yalnızca O’nu vekil edin.»
BU KONUYLA İLGİLİ BİR YAKLAŞIMIMIZ, YORUMUMUZ:
O dönem; Temel Eğitim ve Öğretim Namaz ile sağlaniyordu. Sabah, Öğle, İkindi, Akşam ve Yatsı Namazlarında Ashab; Peygamber tarafından Mescid-i Nebevi Okulu‘da her vakit Kur’an ile eğitiliyorlardı.
Bir vakit bile kimse tarafından asla kaçırılmazdı.
Rasûl bakardı ki Ebu Bekir yok, hemen haber salar bekletirdi Ders’in/Namaz’ın başlamasını ve eksik kişi gelince başlardı; anlık dersi kimsenin kaçırmasıni istemezdi.
Namazdan sonra dönüp cemaate; Namazda okunan ayet ya da sûreleri anlatırdı; bugün cami imamlarının Namazdan sonra yüzlerini cemaate dönme adeti ordan gelmektedir. Ancak bugün tesbihat yapılıyor; Namazda okunanların ankatılma, halkı bilinçlendirme yetine.
Diyanet İşleri’ne bu konuda yazılı teklifler sunduk defalarca; imamlar namazda okudukları ayetleri namaz sonrası dönüp cemaate arapça bilmiyorlarda dahi Diyanet Meali’nden okusunlar diye teklifte bulunduk veya bir sayfa Meal okusunlar dedik. Ama naalesef. Fakat yıllar sonra Ankara’da bir camide namaz kılacaktım, baktım Meal okunuyor, sordum birine; merkezi sistemle her vakit öncesi yarım saat Meal okunuyor, diyanet tarafından dediler. Sevindim, bu bile bir adımdır, diye düşündüm. Demek yıllar sonra bir önerimiz uygulamaya konulmuş dedim.
___________________________________________________
Müslümanlar, ne zaman ki; Gece Kur’an okuyuşunu zayi ettiler, bıraktılar, terkettiler: İşte o zaman şehvetlerine/arzularına/hevalarına uyarak hareket etmeye başladılar.
Allah’ın Müzzemmil Suresi’nde; Peygamberine ve Müslümanlara ölünceye kadar uygulamaları gereken KUR’AN OKUMA eylemini terkettiler. Kolayınıza geldiği gibi (gece-gündüz) okuyabilirsiniz dediği halde; ne gece, ne de gündüz okudular, tamamen terkettiler.
Yukarıdaki meallerin verildiği kitabı almak isterseniz:
https://www.sadikturkmen.com/kitap-siparis/
İbadette bilinçli olmak
Allah’ın adıyla
«37. Rabbimiz! Ben, çocuklarımdan bir kısmını,
Beyt-i Muharremin’in/İbadet için yapılan Kabe’nin yanında,
ekin bitmez (çorak) bir vadiye yerleştirdim.
Ey Rabbimiz! Salat’ı/Namaz’ı,
(ayetleri anlayarak, sürekli ve bilinçli olarak) ikame etsinler!
Bundan böyle insanlardan bir kısmının gönüllerini
onlara yönelt!
Onları çeşitli ürünlerle rızıklandır, umulur ki şükrederler!» [İBRAHİM SURESİ’nden]
ة [salât] sözcüğünün yapı olarak, ص ل ى [saly] ve ص ل و [salv] köklerinden türemiş olması mümkün görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten de türemiş olabilir. Zira hem ص ل ى [saly] hem de ص ل و [salv] sözcükleri, son harflerinin “harf-i illet” olması sebebiyle “nâkıs”tırlar ve bu köklerden bir sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ص ل و [salv] kökünden olan kalıpların birçoğunun çekimlerinde و[vav] harfi, “galb” [değişim] neticesi ى ]ya]ya dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta ص ل ى [saly] kökünden türemiş gibi görünmektedir.
Bu gibi durumlarda Kur’ân’ın mesajını doğru anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple biz de tahlilimize, الصّلوة [salât] sözcüğünün türemiş olabileceği ص ل ى [saly] veص ل و [salv] köklerinin anlamları ile başladık.
صلى [saly, sıla]; “pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe girmek, yaslamak” anlamına gelir. Sözcük bu manada Hâkka Sûresi’nde geçmektedir:
Sonra cahîme [cehennem] sallayın onu [صلّوه/sallûhû]. (Hâkka/31)
Bundan başka, sözcük Kur’ân’da birçok kez, bu kökten türemiş olan إصلوها [islavhâ], يصلى [yeslâ],وسيصلون [veseyeslavne], ساصليه [seüslîhi], لايصلاها [lâ yeslâhâ] gibi farklı kalıplar hâlinde yine aynı anlamda yer almıştır. Meselâ, صلى [s-l-y] kökünden türemiş olan المصلّين [musallîn] sözcüğü, “destek veren, yardım eden” anlamında değil, “hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan” anlamında kullanılmaktadır.[1]
صلى[saly] sözcüğü, Türkçe’deki “sallamak” ve “yaslamak” sözcüklerinin de kaynağıdır.
Ancak, konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu varsayılırsa, Kur’ân’da geçen tümالصّلوة [salât] sözcüklerinin ve türevlerinin “ateşe atmak, yaslamak” anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu durumda, meselâ Kevser Sûresi’ndeki صلّ [salli] emrinden, “onu ateşe at” veya Ahzâb/56’daki صلّواعليه [sallû aleyhi] ifadesinden, “o’nu [Muhammed’i] ateşe sallayın/atın” anlamı çıkarmak gerekecektir. Sonuç olarak, “yardım, destek, çaba, gayret” anlamlarına gelen الصّلوة [salât] sözcüğüyle, “ateşe atmak, ateşe yaslamak, pişirmek, yakmak” anlamındak صلى [saly] sözcüğü arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.
ص ل و[salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan sözcük şöyle açıklanır: صلو [salv], “insanın ve dört ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına gelir.[2]
Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun [bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün] yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke destek vermeyi ifade eder.
Bize göre salât sözcüğünün kökü saly değil, salv‘dir. Sözcüğün aslı ise صلوة [salvet] olup, kök sözcük nâkıs [son harfi illetli] olduğundan, genel dilbilgisi kuralları gereği صلوة [salvet] sözcüğü,الصّلوة[salât] şekline dönüşmüştür. Nitekim sözcüğün çoğulu olan صلوات [salavât] sözcüğünde, kök sözcüğün asıl harfi olan و [vav] açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de geçerlidir. Meselâ,ğazâ [savaştı] sözcüğünün mastarı غزوة [ğazve]dir ve ğazve‘nin çoğulu غزوات [ğazevât] olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ‘nın “vav”ı, ya ى [ya]ya dönüşür yahut da düşer. Zaten salât sözcüğünün, s-l-vkökünden türediği hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı olmasın diye mushaflarda salâtsözcüğü, الصلاة şeklinde ا [elif] ile değil, الصّلوة şeklinde و [vav] ile yazılır.
Diğer taraftan, صلو [s-l-v] kökünden türemiş olan صلّى [sallâ] (mastarı salât) sözcüğünün anlamı, Kıyâmet/31-32’de, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:
فلا صدّق ولا صلّى ولاكن كذّب و تولّى [felâ saddaqa velâ sallâ velâkin kezzebe ve tevellâ=O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].
Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: صدّق [saddaqa]nın karşıtı olarak كذّب [kezzebe], yani “tasdik etme”nin karşıtı olarak “tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, صلّى [sallâ] fiilinin karşıtı olarak da تولّى [tevellâ] fiili kullanılmıştır. Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı taşıyan tevellâ sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek olduğuna göre,تولّى [tevellâ]nın karşıtı olan صلّى [sallâ] da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak” anlamına gelmektedir.
Anlamı Kur’ân’da bu kadar açık olarak belirtilmesine rağmen salât sözcüğü, ünlü bilgin Râgıb el-İsfehânî’nin Müfredât adlı eserinde, “Lügat ehlinin çoğu, salât; ‘dua, tebrik ve temcit’tir demiştir” ifadesiyle âdeta geçiştirilmiştir.
Sonuç olarak الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:
• Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek;
• Mâlî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir.
إقام الًصّلوة [İQÂMİ’S-SALÂT=SALÂT’IN İKÂMESİ]
Kur’ân’daki, “salât’ın ikâmesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
Görüldüğü gibi ifade إقام[iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşmaktadır. Salât sözcüğünün ne anlama geldiği yukarıda açıklandığı için, burada إقام[iqâm] sözcüğünü tahlil edeceğiz.
ق و م [q-v-m] harflerinden oluşan إقام[iqâm] sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâmsözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; “ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir.
Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi’s-salât] tamlamasının anlamı da; “zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, yani ayakta tutulması” demektir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın iqâmesi”;
• Zihnî yönü ile, eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması,
• Mâlî yönü ile, iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir.
SALÂT’IN AMACI NEDİR, SALÂTI KİMLER İKÂME EDER?
Zihnî yönüyle salâtın amacı; ikna etmek Sûretiyle insanı aydınlatmak, rüşde erdirmek ve Allah ile kul arasındaki ilişkiyi canlı tutmaktır:
Rüşd sözcüğü, “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak” demektir. Nitekim Rabbimiz, Kur’ân’ın insanları, “rüşd”e (Cinn/2) ve “en doğru ve en sağlam şeye” (İsrâ/9) kılavuzladığını ifade etmek Sûretiyle rüşd‘ün, “en doğru ve en sağlam şey” olduğunu bildirmiştir. Buna göre rüşd sözcüğünün Kur’ân açısından manasını; “İslâm’ın öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür. Ancak, insanın rüşde kılavuzlanması Kur’ân’da, “beyin yıkama veya büyüleme” şeklinde değil, “aklı kullandırmak Sûretiyle bilinçlendirme”, yani “ikna etme” şeklinde gerçekleştirilmektedir. O hâlde, Kur’ân tebyini ile yapılan salâtın [zihnî desteğin] amacı da, insanları ikna ederek rüşde erdirmekten başka birşey değildir. Bu hususu Rabbimiz, Kendisinin ve meleklerinin ettiği salâtın [sağladığı desteğin] amacının, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak olduğunu bildirerek teyit etmiştir:
O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O’nun melekleri de destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. (Ahzâb/43)
Oluşturulmuş eğitim-öğretim kurumlarında, insanlar reşit olurlarken, bir taraftan da kendileri ile Allah arasındaki ilişkileri sorgularlar ve böylece de, toplumun özlemini duyduğu “ideal insan” oluşur.
Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikâme et. (Tâ-Hâ/14)
Zikrullâh [Allah’ın anılması], “Allah’ın bizler üzerindeki haklarını, bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin kontrolünü yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemektir. Daima bu bilinç içerisinde olmak”tır.
SALÂT, ZEKÂT [VERGİ] ve İNFAK [BAĞIŞ] İLE İKÂME EDİLİR
Kur’ân’da, Salâtı ikâme edin, Salâtı ikâme ettiler v Salâtı ikâme ederler ifadeleri ile birlikte Zekâtı da verin, Zekâtı da verdiler ve Zekâtı da versinler ifadelerinin de yer almasının nedeni, mâlî destek olmadan salâtın ikâme edilemeyeceğidir, yani sosyal destek ve eğitim-öğretim kurumlarının parasız, mâlî yardımsız oluşturulamayacağı ve yaşatılamayacağı gerçeğidir.
kaynak: http://www.istekuran.com/index.php?page=salatvenamaz
Namaz asla dinin diregi degil sayin Sadik Turkmen. Islam’in diregi adalet (sosyal, ekonomik, hukuki her acidan), insanlik, baris ve guzel ahlak. Namaz kilan milyonlarda bu degerlerin zerresi dahi yok. Hallleri de ortada; Elhamdulillah Allah hepsini dunya’da rezil etmis durumda.
Suç Namaz’da veya Din’de olamaz: Kişidedir… Siz dönüp şöyle bir kendinize bakın; hangi gerekleri dosdoğru yapıyorsunuz veya yapmıyorsunuz? Gözlerinizi başkalarına değil bir de kendinize döndürün ve eksik yanlarınızı iyileştirmeye bakın… Dünya’da rezil olmayı hakedenler her zaman rezil olurlar. Allah’a ibadet maksatlı ve kalpten yapılan herşeyin karşılığını ahirette görürler ve Allah asla zayi etmez… Ancak müşrik inanca sahip olanlar bugün onların bu durumundan mutlu olurlar: Müslüman kimse ise üzülür…